Honved maçı postunda belirttiğim üzere maçın devre arasında suya gelen zammı farkettik. Boluspor maçında 1.5 YTL olan bardak suyun fiyatı 2 YTL'ye çıkmış. 1.5'ken zaten yeterince pahalıydı, şimdi akıl hafzala almaz bir hale gelmiş stadımızda su almak.
Nasıl olsa hava sıcak, insanlar susayacak ve su almak için büfeler dışında bir alternatif yok ya, geçirin anasını satayım. Serbest piyasa ekonomisi bu demek galiba. Büfelerin işletme hakkı kimdeyse o kişi o kadar serbest ki yönetim bu rezilliğe bir ses çıkarmıyor. Fenerbahçe için harcadığımız paranın tek kuruşuna acımıyoruz, tamam, seve seve veriyoruz hatta. Fakat bu kadarı da ayıp oluyor. İşletme bedelinin fiyatı yükseliyordur belki dolaylı olarak kulübe faydası vardır ama hakkaten bu kadarı da olmamalı. Kurumuş gırtlaktan bir yudum su geçirmenin fiyatı 2 YTL olmamalı.
31 Temmuz 2009 Cuma
Senin Hasretin Bize Ölüm Demek
Tribüne girdiğimde canlanıyorum pek çok taraftar gibi. Sabah çok erken kalkmış olmama ve bütün gün yorulmama, Yoğurtçu'ya gittiğimde neredeyse adım atacak mecalim kalmamış olmasına rağmen son mecalle tribüne adım attığım andan itibaren canım can geldi, kanım hızlandı. Güzel bir akşam olacaktı.
Maç yazın ortasında, rakip güçsüz ve bilet fiyatları klasik olduğu üzere pahalı. Yine de hatırı sayılır bir kalabalık vardı tribünlerde. Özellikle tamamı biletli olan Migros Tribünü karşıdan oldukça dolu görünüyordu. Bizim olduğumuz Okul Açık'ta da birçok kişinin elinde kombine yerine bilet görmem de taraftarın Fenerbahçe'yi ne kadar özlediğinin göstergesiydi. Birçok taraftar vermiş 44 lirasını ve Fenerbahçe'sini sezonun ilk resmi maçında desteklemek için tribüne gelmiş. Gerçekten sevindirici bir durum bu taraftarın içindeki inanmışlığı göstermesi açısından. Sonu nasıl biter bilmiyorum fakat bu sene geçen seneye göre inanç olarak ve birliktelik olarak takımın da tribünün de çok farklı olacağı ilk iki maçtan belli oldu.
Maça klasik olduğu üzere omuz omuzayla başlandı. Omuz omuzaya bile katılmayan kesimlerin olması gerçekten üzücü. Tamam, bütün maç oturuyorsunuz bunu kabullendik de bari maçın başında bir omuz omuza yapın da en azından takım başlar başlamaz arkasında güçlü bir ses hissetsin. Neyse artık daha önemli maçlarda o da olur. Omuz omuzadan genelin katılabileceği klasik bestelere geçildi. Katılım gerçekten iyi geliyordu kulağa. Az kişinin bildiği ve genelin eşlik edemediği besteleri söylemektense böylesini daha doğru buluyorum. Carlos'un golüyle birlikte iyice coşan tribünler Pınarbaşı'nın ardından Pazar günkü rakibimize giydirmelere başladı. Uzun bir süre Maraton A-B ile Okul Açık arasında "Orası Beşiktaş olsa da ne yazar" dendi. Karşılıklı beste söylemek de çok doğru bir tercih en azından herkesin karşı tarafa karşı düşük desibelde kalmamak için kendisini zorlayabileceği bir ortam yaratıyor fakat bu kontra yerine kısa bir süre yapılan Fenerbahçe'm Benim daha uzun tutulabilirdi. Tribünde bu kadar uzun süre küfür olması birçok taraftarın hoşuna gitmiyor. Ortadaki bütünlüğü tehlikeye atan ve küfürlü besteyi uzatan gruplara karşı antipati yaratan bir durum. Umarım sezon boyu böyle gitmez. İçinde hiç küfür olmayan sadece Fenerbahçe sevgimizi haykırdığımız o kadar fazla beste varken bunlara hiç gerek yok.
Goller arka arkaya geldikçe tribünler iyice rahatladı ve yine makara başladı. Sağa-sola-aşağı-yukarı gittik geldik. N'aptık bilemedik. Sıcak havaya rağmen performansta devre arasına kadar pek bir düşüş olmadı. İlk yarı sonuna kadar gerçekten herkesin canla başla mücadele ettiği bir tribün profili çizildi. Aynı sahada rakibin güçsüzlüğünü hiç umursamadan presi kesmeyen, sürekli ileriye oynayan, hücum eden takım gibi. Koch tribüne de mi kondüsyon antrenmanı yaptırıyor bilemedim eğer öyleyse bize denk gelmedi.
Devre arası geldiğinde suya yapılan zammı farkettik ki bunu ayrı bir postta yazacağım. İkinci yarı başında tribüne çöken rehavet bir süre atılamadı. Bir süre pek bir ses çıkmadı fakat yavaş yavaş tribün tekrar ilk yarıdaki havasına büründü ve yine değişik birçok beste söylendi. Tabi bunlar genelin az bildiği besteler olduğundan ses çok yüksek çıkmamış olabilir. Yine de kulak dolgunluğu yaratması açısından en azından böyle erken kopan, stressiz maçlarda bu bestelerin söylenmesi lazım. Sık beste değiştirilmesi gayet iyi. Fakat zaman zaman yorucu bestelere takılıp kalmak performansı düşürüyor. Bu maçta da zaman zaman yorucu bestelere takılındı ama neyse ki çabuk aşıldı. Dale vs söylenmeye devam ederken bir ara Maraton A-B nin komple soyunması ve bizi de soyunmaya davet etmesi pek itibar görmedi. Arkadaşım bunca baş erkek içindeyiz, zaten maç başından beri bağırmaktan zıplamaktan ter akıyor her yerimizden, neden bir soyunup ter kokusu içinde kalalım.
Biz böyle kendi halimizde eğlenmeye devam ederken, sahada takım ciddiyeti hiç elden bırakmamıştı. Bir baktık skor 5-0 oldu. Kulakları çınlatmaya hazırlanıyorduk ki Honved'in golü geldi. Takım pek istemedi sanırım kulak çınlatmayı. Zira 5-0 dan sonra bir düşüş gözledim mücadelede. Bu kadar yeter dediler sanki. Şimdilik yeter evet, pazar gününe de saklamak gerekliydi enerjiyi. Tribünler de son dakikalarda artık iyice sustu ve galibiyetin tadıyla pazarı düşünmeye başladı. Maç sonunda takım tribünlere çağırıldı, hiçbirinin de soyunma odasına gitmemesi ve tüm takımın tribünü selamlaması hoştu. Bu sene gerçekten havada elle tutulur yoğunlukta bir birliktelik var. Umutla bakıyoruz sezona...
Staddan dışarı adımımı attığımda yeniden bütün günün yorgunluğu üstüne maç yorgunluğu da eklenmiş bir biçimde üstüme çöktü. Fakat mutluydum, güzel bir gün, bir akşam olmuştu. 5 gol daha görmüştük ve turu geçmeyi garantilemiştik. Pazar gününe kadar dinlenmek, bol bol çay çorba içmek, boğazı hazırlamak lazımdı. Mutluyduk, umutluyduk...
Not: Fotoğraftaki pankart Grup CK tarafından yapılmıştır. Fotoğrafı da TribünDergi'de buldum.
Maç yazın ortasında, rakip güçsüz ve bilet fiyatları klasik olduğu üzere pahalı. Yine de hatırı sayılır bir kalabalık vardı tribünlerde. Özellikle tamamı biletli olan Migros Tribünü karşıdan oldukça dolu görünüyordu. Bizim olduğumuz Okul Açık'ta da birçok kişinin elinde kombine yerine bilet görmem de taraftarın Fenerbahçe'yi ne kadar özlediğinin göstergesiydi. Birçok taraftar vermiş 44 lirasını ve Fenerbahçe'sini sezonun ilk resmi maçında desteklemek için tribüne gelmiş. Gerçekten sevindirici bir durum bu taraftarın içindeki inanmışlığı göstermesi açısından. Sonu nasıl biter bilmiyorum fakat bu sene geçen seneye göre inanç olarak ve birliktelik olarak takımın da tribünün de çok farklı olacağı ilk iki maçtan belli oldu.
Maça klasik olduğu üzere omuz omuzayla başlandı. Omuz omuzaya bile katılmayan kesimlerin olması gerçekten üzücü. Tamam, bütün maç oturuyorsunuz bunu kabullendik de bari maçın başında bir omuz omuza yapın da en azından takım başlar başlamaz arkasında güçlü bir ses hissetsin. Neyse artık daha önemli maçlarda o da olur. Omuz omuzadan genelin katılabileceği klasik bestelere geçildi. Katılım gerçekten iyi geliyordu kulağa. Az kişinin bildiği ve genelin eşlik edemediği besteleri söylemektense böylesini daha doğru buluyorum. Carlos'un golüyle birlikte iyice coşan tribünler Pınarbaşı'nın ardından Pazar günkü rakibimize giydirmelere başladı. Uzun bir süre Maraton A-B ile Okul Açık arasında "Orası Beşiktaş olsa da ne yazar" dendi. Karşılıklı beste söylemek de çok doğru bir tercih en azından herkesin karşı tarafa karşı düşük desibelde kalmamak için kendisini zorlayabileceği bir ortam yaratıyor fakat bu kontra yerine kısa bir süre yapılan Fenerbahçe'm Benim daha uzun tutulabilirdi. Tribünde bu kadar uzun süre küfür olması birçok taraftarın hoşuna gitmiyor. Ortadaki bütünlüğü tehlikeye atan ve küfürlü besteyi uzatan gruplara karşı antipati yaratan bir durum. Umarım sezon boyu böyle gitmez. İçinde hiç küfür olmayan sadece Fenerbahçe sevgimizi haykırdığımız o kadar fazla beste varken bunlara hiç gerek yok.
Goller arka arkaya geldikçe tribünler iyice rahatladı ve yine makara başladı. Sağa-sola-aşağı-yukarı gittik geldik. N'aptık bilemedik. Sıcak havaya rağmen performansta devre arasına kadar pek bir düşüş olmadı. İlk yarı sonuna kadar gerçekten herkesin canla başla mücadele ettiği bir tribün profili çizildi. Aynı sahada rakibin güçsüzlüğünü hiç umursamadan presi kesmeyen, sürekli ileriye oynayan, hücum eden takım gibi. Koch tribüne de mi kondüsyon antrenmanı yaptırıyor bilemedim eğer öyleyse bize denk gelmedi.
Devre arası geldiğinde suya yapılan zammı farkettik ki bunu ayrı bir postta yazacağım. İkinci yarı başında tribüne çöken rehavet bir süre atılamadı. Bir süre pek bir ses çıkmadı fakat yavaş yavaş tribün tekrar ilk yarıdaki havasına büründü ve yine değişik birçok beste söylendi. Tabi bunlar genelin az bildiği besteler olduğundan ses çok yüksek çıkmamış olabilir. Yine de kulak dolgunluğu yaratması açısından en azından böyle erken kopan, stressiz maçlarda bu bestelerin söylenmesi lazım. Sık beste değiştirilmesi gayet iyi. Fakat zaman zaman yorucu bestelere takılıp kalmak performansı düşürüyor. Bu maçta da zaman zaman yorucu bestelere takılındı ama neyse ki çabuk aşıldı. Dale vs söylenmeye devam ederken bir ara Maraton A-B nin komple soyunması ve bizi de soyunmaya davet etmesi pek itibar görmedi. Arkadaşım bunca baş erkek içindeyiz, zaten maç başından beri bağırmaktan zıplamaktan ter akıyor her yerimizden, neden bir soyunup ter kokusu içinde kalalım.
Biz böyle kendi halimizde eğlenmeye devam ederken, sahada takım ciddiyeti hiç elden bırakmamıştı. Bir baktık skor 5-0 oldu. Kulakları çınlatmaya hazırlanıyorduk ki Honved'in golü geldi. Takım pek istemedi sanırım kulak çınlatmayı. Zira 5-0 dan sonra bir düşüş gözledim mücadelede. Bu kadar yeter dediler sanki. Şimdilik yeter evet, pazar gününe de saklamak gerekliydi enerjiyi. Tribünler de son dakikalarda artık iyice sustu ve galibiyetin tadıyla pazarı düşünmeye başladı. Maç sonunda takım tribünlere çağırıldı, hiçbirinin de soyunma odasına gitmemesi ve tüm takımın tribünü selamlaması hoştu. Bu sene gerçekten havada elle tutulur yoğunlukta bir birliktelik var. Umutla bakıyoruz sezona...
Staddan dışarı adımımı attığımda yeniden bütün günün yorgunluğu üstüne maç yorgunluğu da eklenmiş bir biçimde üstüme çöktü. Fakat mutluydum, güzel bir gün, bir akşam olmuştu. 5 gol daha görmüştük ve turu geçmeyi garantilemiştik. Pazar gününe kadar dinlenmek, bol bol çay çorba içmek, boğazı hazırlamak lazımdı. Mutluyduk, umutluyduk...
Not: Fotoğraftaki pankart Grup CK tarafından yapılmıştır. Fotoğrafı da TribünDergi'de buldum.
27 Temmuz 2009 Pazartesi
Numaralıdayız
2 Ağustos Pazar günü Olimpiyat Stadı'nda Beşiktaş'la yapacağımız süper kupa maçının biletleri bugün satışa çıktı. Kale arkası 20, numaralı 40 ytl olan biletleri bir an önce almakta fayda var. Tüm taraftar gruplarının ortak kararı ise Numaralı yönünde. Toplu halde, tam bir deplasman havasında güzel bir tribün olur umarım.
26 Temmuz 2009 Pazar
Sezonu Açtık
Yüzyılın sıcağının yaşanacağını söylüyordu televizyonlar, gazeteler. Aklı olan insan işi gücü olmadıkça evden çıkmazdı öğlenin 1'inde. Genel olarak aklı başında insanlar olmamıza rağmen o saatte evden çıkıp yollara düşmemizin bir sebebi vardı. Özlemiştik Fenerbahçe'yi, Saraçoğlu'nu, Yoğurtçu'yu, pankart boyamayı...
Geceden tasarımını yaptığımız pankartı gerçeğe taşımak üzere Evren'le Yoğurtçu'ya doğru yola çıkmıştık. Yoğurtçu yeni düzenlemelerle gayet güzel olmuş. Yolları, bankları, ne zaman nerden çıkacağı belli olmayan çim sulama sistemleri ve kapısı kilitli basket sahasıyla bizi karşıladı. Yaptığımız çağrıya uyup yardıma gelenlerin de ortak fırça darbeleriyle, içilen biralar eşliğinde kısa sürede fotoğrafta da görülen sezonun ilk pankartını bitirmiş olduk. Artık rahat rahat oturup içilebilirdi. Maçın başlamasına kısa süre kalana kadar demlenildikten sonra özlediğimiz mekana sonunda geldik fakat sezonun ilk maçı diye midir bilinmez hem bizde bir uyuşukluk vardı hem kapılarda. Maçın başlamasına 5 dakika kala bozuk turnikelerden geçmeye çalışıyorken sonunda çıkış kapısı açıldı da maç başlamadan benim için eski Vamos için yeni yerimize girebildik. Okul Açık C Blok bu sene Fenerbahçe'ye soldan bakanların yuvasıydı...
Maçın başından itibaren Maraton Üst B Blok'tan başlatılan bestelere tüm gücümüzle eşlik etmeye uğraştık. Özlemiştik tribünü, başlangıç için güzel bir ses açma antrenmanı oluyordu. Sık sık değişen besteler de tribünü sıkmıyor ve bir dinamizm kazandırıyordu. Tabi bazı bestelerin sınırlı kitleler tarafından bilinmesi uyum açısından sorun yaratsa da genel olarak Maraton ve Okul Açık arasındaki uyum ilk maçtan gelecek için oldukça parlak gözüktü. Arada Pazar günkü maç da hatırlanarak nağmeler inletildi, 300 kişi gidildi... Üstümüzdeki CK ve yanımızdaki Ünifeb'le aynı yerde olmak da bir anda genç ve hareketli bir topluluk içine girme şansı verdi bize. Belki de bu sene bunun etkisiyle Maraton'da zaman zaman üstümüze gelen uyuşukluk çözülecektir.
Fenerbahçe golleri atmaya başladıkça maç iyice eğlence havasına dönmeye başladı. Zaten başından beri pek ciddi bir ortam da yoktu. Eski dostlarla görüşüldü, sohbet edildi, espriler, esprili besteler havalarda uçuştu, bir nevi tüm tribünün birbiriyle stressiz bir ortamda sahada çubukluları görerek özlem gidermesi için yapılmış bir maçtı bu. Gollere eğlencesine sevinmek de ayrı bir zevkti. Ben en son sanırım Sevilla ya da Chelsea maçında gol sevincinde altta kalmıştım. Bir sonrakinin Boluspor maçı olması da ilginç tabi.
Zaman ilerledikçe, goller arka arkaya geldikçe ve sıcaktan mayışan bünyeler iyice kendini tribüne yaymaya başladıkça tezahuratlar bitti haliyle. Oturarak maç da izlemiş olduk umarım bu sene için ilk ve son defa. Tam tüm tribünü uyuşukluk havası sarmışken, Maraton Alex'ten başlayarak oyunculara tezahurat etmeye başlayıp da sıra Nasıl Koydu Aykut Kocaman'a geldiğinde bir anda tribüne bir ateş düştü. Herkes yerinden kalktı ve tüm gücüyle eşlik etti. Ne de özlemişiz Aykut'u... Onun takım içinde olduğunu bilmek, sevgilini arkadaşına emanet etmek gibi. Hiçbir zaman gözümüzü arkada bırakmayacak, sonuna kadar güvenebileceğimiz birinin olması ne de güzel bir hismiş. Unutmuşuz, hatırladık...
Son dakiklara gelindiğinde bize hoşgeldin amaçlı CK ve Unifeb tarafından başlatılan Haklıyız Kazanacağız da çok hoş bir jest oldu. Bütün sene boyunca ve belki de önümüzdeki senelerde uyum içinde C Blok'u paylaşacağımızın göstergesiydi. Maç bitmeden gitmeye kalkan dostları da stadda tutmak için geçen senenin favori tezahuratları söylendi, etkili de oldu. Maç bitti, skoru da saydık 5-1'di. Önemi de yoktu ya olsun en azından 5 golünü daha görmüş olduk Fenerbahçe'nin şu ömrü hayatımızda. Ve gelecek maçlara tribün açısından umutla baktık, Perşembe Honved maçında görüşmek üzere ayrıldık, Fenerbahçe'den, Saraçoğlu'ndan, Yoğurtçu'dan...
Fotoğraf: Barcode
Geceden tasarımını yaptığımız pankartı gerçeğe taşımak üzere Evren'le Yoğurtçu'ya doğru yola çıkmıştık. Yoğurtçu yeni düzenlemelerle gayet güzel olmuş. Yolları, bankları, ne zaman nerden çıkacağı belli olmayan çim sulama sistemleri ve kapısı kilitli basket sahasıyla bizi karşıladı. Yaptığımız çağrıya uyup yardıma gelenlerin de ortak fırça darbeleriyle, içilen biralar eşliğinde kısa sürede fotoğrafta da görülen sezonun ilk pankartını bitirmiş olduk. Artık rahat rahat oturup içilebilirdi. Maçın başlamasına kısa süre kalana kadar demlenildikten sonra özlediğimiz mekana sonunda geldik fakat sezonun ilk maçı diye midir bilinmez hem bizde bir uyuşukluk vardı hem kapılarda. Maçın başlamasına 5 dakika kala bozuk turnikelerden geçmeye çalışıyorken sonunda çıkış kapısı açıldı da maç başlamadan benim için eski Vamos için yeni yerimize girebildik. Okul Açık C Blok bu sene Fenerbahçe'ye soldan bakanların yuvasıydı...
Maçın başından itibaren Maraton Üst B Blok'tan başlatılan bestelere tüm gücümüzle eşlik etmeye uğraştık. Özlemiştik tribünü, başlangıç için güzel bir ses açma antrenmanı oluyordu. Sık sık değişen besteler de tribünü sıkmıyor ve bir dinamizm kazandırıyordu. Tabi bazı bestelerin sınırlı kitleler tarafından bilinmesi uyum açısından sorun yaratsa da genel olarak Maraton ve Okul Açık arasındaki uyum ilk maçtan gelecek için oldukça parlak gözüktü. Arada Pazar günkü maç da hatırlanarak nağmeler inletildi, 300 kişi gidildi... Üstümüzdeki CK ve yanımızdaki Ünifeb'le aynı yerde olmak da bir anda genç ve hareketli bir topluluk içine girme şansı verdi bize. Belki de bu sene bunun etkisiyle Maraton'da zaman zaman üstümüze gelen uyuşukluk çözülecektir.
Fenerbahçe golleri atmaya başladıkça maç iyice eğlence havasına dönmeye başladı. Zaten başından beri pek ciddi bir ortam da yoktu. Eski dostlarla görüşüldü, sohbet edildi, espriler, esprili besteler havalarda uçuştu, bir nevi tüm tribünün birbiriyle stressiz bir ortamda sahada çubukluları görerek özlem gidermesi için yapılmış bir maçtı bu. Gollere eğlencesine sevinmek de ayrı bir zevkti. Ben en son sanırım Sevilla ya da Chelsea maçında gol sevincinde altta kalmıştım. Bir sonrakinin Boluspor maçı olması da ilginç tabi.
Zaman ilerledikçe, goller arka arkaya geldikçe ve sıcaktan mayışan bünyeler iyice kendini tribüne yaymaya başladıkça tezahuratlar bitti haliyle. Oturarak maç da izlemiş olduk umarım bu sene için ilk ve son defa. Tam tüm tribünü uyuşukluk havası sarmışken, Maraton Alex'ten başlayarak oyunculara tezahurat etmeye başlayıp da sıra Nasıl Koydu Aykut Kocaman'a geldiğinde bir anda tribüne bir ateş düştü. Herkes yerinden kalktı ve tüm gücüyle eşlik etti. Ne de özlemişiz Aykut'u... Onun takım içinde olduğunu bilmek, sevgilini arkadaşına emanet etmek gibi. Hiçbir zaman gözümüzü arkada bırakmayacak, sonuna kadar güvenebileceğimiz birinin olması ne de güzel bir hismiş. Unutmuşuz, hatırladık...
Son dakiklara gelindiğinde bize hoşgeldin amaçlı CK ve Unifeb tarafından başlatılan Haklıyız Kazanacağız da çok hoş bir jest oldu. Bütün sene boyunca ve belki de önümüzdeki senelerde uyum içinde C Blok'u paylaşacağımızın göstergesiydi. Maç bitmeden gitmeye kalkan dostları da stadda tutmak için geçen senenin favori tezahuratları söylendi, etkili de oldu. Maç bitti, skoru da saydık 5-1'di. Önemi de yoktu ya olsun en azından 5 golünü daha görmüş olduk Fenerbahçe'nin şu ömrü hayatımızda. Ve gelecek maçlara tribün açısından umutla baktık, Perşembe Honved maçında görüşmek üzere ayrıldık, Fenerbahçe'den, Saraçoğlu'ndan, Yoğurtçu'dan...
Fotoğraf: Barcode
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)