26 Temmuz 2009 Pazar

Sezonu Açtık

Yüzyılın sıcağının yaşanacağını söylüyordu televizyonlar, gazeteler. Aklı olan insan işi gücü olmadıkça evden çıkmazdı öğlenin 1'inde. Genel olarak aklı başında insanlar olmamıza rağmen o saatte evden çıkıp yollara düşmemizin bir sebebi vardı. Özlemiştik Fenerbahçe'yi, Saraçoğlu'nu, Yoğurtçu'yu, pankart boyamayı...

Geceden tasarımını yaptığımız pankartı gerçeğe taşımak üzere Evren'le Yoğurtçu'ya doğru yola çıkmıştık. Yoğurtçu yeni düzenlemelerle gayet güzel olmuş. Yolları, bankları, ne zaman nerden çıkacağı belli olmayan çim sulama sistemleri ve kapısı kilitli basket sahasıyla bizi karşıladı. Yaptığımız çağrıya uyup yardıma gelenlerin de ortak fırça darbeleriyle, içilen biralar eşliğinde kısa sürede fotoğrafta da görülen sezonun ilk pankartını bitirmiş olduk. Artık rahat rahat oturup içilebilirdi. Maçın başlamasına kısa süre kalana kadar demlenildikten sonra özlediğimiz mekana sonunda geldik fakat sezonun ilk maçı diye midir bilinmez hem bizde bir uyuşukluk vardı hem kapılarda. Maçın başlamasına 5 dakika kala bozuk turnikelerden geçmeye çalışıyorken sonunda çıkış kapısı açıldı da maç başlamadan benim için eski Vamos için yeni yerimize girebildik. Okul Açık C Blok bu sene Fenerbahçe'ye soldan bakanların yuvasıydı...

Maçın başından itibaren Maraton Üst B Blok'tan başlatılan bestelere tüm gücümüzle eşlik etmeye uğraştık. Özlemiştik tribünü, başlangıç için güzel bir ses açma antrenmanı oluyordu. Sık sık değişen besteler de tribünü sıkmıyor ve bir dinamizm kazandırıyordu. Tabi bazı bestelerin sınırlı kitleler tarafından bilinmesi uyum açısından sorun yaratsa da genel olarak Maraton ve Okul Açık arasındaki uyum ilk maçtan gelecek için oldukça parlak gözüktü. Arada Pazar günkü maç da hatırlanarak nağmeler inletildi, 300 kişi gidildi... Üstümüzdeki CK ve yanımızdaki Ünifeb'le aynı yerde olmak da bir anda genç ve hareketli bir topluluk içine girme şansı verdi bize. Belki de bu sene bunun etkisiyle Maraton'da zaman zaman üstümüze gelen uyuşukluk çözülecektir.

Fenerbahçe golleri atmaya başladıkça maç iyice eğlence havasına dönmeye başladı. Zaten başından beri pek ciddi bir ortam da yoktu. Eski dostlarla görüşüldü, sohbet edildi, espriler, esprili besteler havalarda uçuştu, bir nevi tüm tribünün birbiriyle stressiz bir ortamda sahada çubukluları görerek özlem gidermesi için yapılmış bir maçtı bu. Gollere eğlencesine sevinmek de ayrı bir zevkti. Ben en son sanırım Sevilla ya da Chelsea maçında gol sevincinde altta kalmıştım. Bir sonrakinin Boluspor maçı olması da ilginç tabi.

Zaman ilerledikçe, goller arka arkaya geldikçe ve sıcaktan mayışan bünyeler iyice kendini tribüne yaymaya başladıkça tezahuratlar bitti haliyle. Oturarak maç da izlemiş olduk umarım bu sene için ilk ve son defa. Tam tüm tribünü uyuşukluk havası sarmışken, Maraton Alex'ten başlayarak oyunculara tezahurat etmeye başlayıp da sıra Nasıl Koydu Aykut Kocaman'a geldiğinde bir anda tribüne bir ateş düştü. Herkes yerinden kalktı ve tüm gücüyle eşlik etti. Ne de özlemişiz Aykut'u... Onun takım içinde olduğunu bilmek, sevgilini arkadaşına emanet etmek gibi. Hiçbir zaman gözümüzü arkada bırakmayacak, sonuna kadar güvenebileceğimiz birinin olması ne de güzel bir hismiş. Unutmuşuz, hatırladık...

Son dakiklara gelindiğinde bize hoşgeldin amaçlı CK ve Unifeb tarafından başlatılan Haklıyız Kazanacağız da çok hoş bir jest oldu. Bütün sene boyunca ve belki de önümüzdeki senelerde uyum içinde C Blok'u paylaşacağımızın göstergesiydi. Maç bitmeden gitmeye kalkan dostları da stadda tutmak için geçen senenin favori tezahuratları söylendi, etkili de oldu. Maç bitti, skoru da saydık 5-1'di. Önemi de yoktu ya olsun en azından 5 golünü daha görmüş olduk Fenerbahçe'nin şu ömrü hayatımızda. Ve gelecek maçlara tribün açısından umutla baktık, Perşembe Honved maçında görüşmek üzere ayrıldık, Fenerbahçe'den, Saraçoğlu'ndan, Yoğurtçu'dan...

Fotoğraf: Barcode

Hiç yorum yok: